Türkiye Gıda ve içecek Sanayi Dernekleri Federasyonu Başkanı Demir ŞARMAN
Gıda sanayimiz, dış ticaret fazlası veren sektörlerden biri olarak Türkiye ekonomisinin hem bugünü hem de yarını açısından stratejik konumda yer alıyor. Ancak bu potansiyelin daha etkin bir şekilde değerlendirilmesi, sürdürülebilir üretim modellerinin benimsenmesi ve ihracat odaklı stratejilerin hayata geçirilmesiyle mümkün.
Küresel rekabete uyumlu bir sektör yapımız var
Ekonomimizin lokomotif sektörlerinden biri olan gıda ve içecek sanayi hem ülke içi arz güvenliğine hem de dış ticaret dengesine katkısıyla stratejik konumda. 2024 yılında yaklaşık 27,7 milyar dolar gıda ihracatıyla sektörümüz, ülkemizin toplam tarım ve gıda ihracatında itici güç olmayı sürdürdü. Bu güçlü performans, yalnızca üretim kapasitemizin değil, aynı zamanda küresel rekabetteki uyum yeteneğimizin de bir göstergesi. Ancak küresel ölçekte artan sürdürülebilirlik beklentileri, gıda ihracatımızın geleceğine dair yeni bir bakış açısını zorunlu kılıyor.
Gıda ve içecek sanayimiz, tarımsal hammaddenin katma değerli ürüne dönüşümünü sağlayarak, ihracatta yalnızca miktar anlamında değil, nitelik bakımından da bir sıçrama meydana getiriyor. Bu yönüyle, sanayileşmiş tarım modelinin başarısı olarak değerlendirilebilecek sektörümüz, aynı zamanda yüz binlerce kişiye istihdam sağlayan ve birçok alt sektörü içinde barındıran bir yapıya sahip. Dolayısıyla gıda ihracatının artırılması, yalnızca dış ticaret fazlası vermesiyle değil, aynı zamanda kırsal kalkınmanın desteklenmesi ve tarım-sanayi entegrasyonunun güçlendirilmesi açısından da kritik önemde.
Bugün küresel pazarlarda başarılı olmak, sadece kaliteli üretimle mümkün değil. Günümüzde sürdürülebilirlik, izlenebilirlik ve dijitalleşme gibi alanlarda sağlanacak dönüşüm, önümüzdeki dönemin rekabetçiliğini de belirleyecek. Avrupa Yeşil Mutabakatı, sınırda karbon düzenlemeleri ve sürdürülebilir tedarik zinciri talepleri; gıda ihracatçılarımızın da iş modelinde stratejik planlamaları zorunlu kılıyor.
Özellikle küresel anlamda yaşanan pandemi sonrası değişen tüketici beklentileri, dünya düzeninde bazı değişikliklere sebep oldu. Sağlıklı, güvenilir ve çevre dostu ürünlere olan talep arttı. Türkiye bu noktada önemli avantajlara sahip. Ancak bu avantajları da kalıcı rekabet üstünlüğüne dönüştürmek için yapılması gerekenler var. Tarımsal üretimin planlanması, girdi maliyetlerinin düşürülmesi, lojistik altyapısının güçlendirilmesi ve ihracat desteklerinin daha bütüncül hale getirilmesi gibi alanlarda yapılacak stratejik yatırımlar, ihracat artışını yapısal bir büyümeye dönüştürür.
İhracat aynı zamanda marka ve güven satmaktır
Ayrıca ihracat yalnızca ürün satmak değil, aynı zamanda marka ve güven satmaktır. Bu anlamda Türk gıda sektörü, son yıllarda birçok pazarda önemli bir tanınırlık kazandı. Bu avantajın devamı için ihracatçılarımızın Ar-Ge, inovasyon ve uluslararası standartlara uyum gibi konularda daha fazla desteklenmesi gerekiyor.
Geldiğimiz noktada, gıda sanayimizin ihracat gücü; yalnızca üretim ve satış kapasitesinin değil, aynı zamanda küresel normlara uyum sağlayabilme esnekliğinin bir sonucu. Ancak küresel rekabetin yön değiştirdiği bu yeni çağda, geçmiş başarılarımızı geleceğe taşıyabilmek için birlikte hareket etmeli, bilgiye ve bilime dayalı politikalarla ihracatın yapısal temellerini güçlendirmeliyiz. Sonuç olarak, gıda ihracatında sürdürülebilir büyüme ancak bütüncül, uzun vadeli ve kapsayıcı bir vizyonla mümkün.